SOKRATES İşte Sofistlere karşı koyanların başında yer alan, ilk çağın büyük düşünürlerinden biri olan Sokrates böyle bir düşünce ortamında, böyle bir aydınlanma tutumu içinde gelişip sivrilmiştir. Sokrates Sofistlere karşı koyar, ama onlarla birleştiği yönleri de vardır. Çünkü Sokrates de Sofistler gibi, gelenek ve göreneklerin oluşturduğu ölçüler üzerinde düşünmeyi kendisine ilke yapmıştır. Bu yönüyle Sokrates de bir aydınlanmacı (aydınlanmanın istediği: hayatımızın normlarını aklın ışığına tutmak, bunları akılla eleştirmek, akılla aydınlatmaktır. Gelenek dönemlerinde ise bunlara, hiç eleştirmeden oldukları gibi inanılır.) Bu bakımdan Sokrates Sofistlerle birleşir. Ancak bundan sonra onlardan temelli olarak ayrılır. Sofistler relativist idiler; onlara göre tümel olarak geçerliği olan, yani herkesin benimseyebileceği ne bir doğru ne de bir ölçü vardır: ‘insan, her şeyin ölçüsüdür’ ( Protagaros). Sokrates ise , tam tersine, üzerinde durulup düşünülürse, tümel bir doğru’ nun bulunabileceğine inanır. Sokrates sanının karşısına bilgiyi koyar. Ancak bilgi hazır, hemen öğrenilebilecek, öğretimle hemen bildiriliverilecek bir şey değildir, tersine: birlikte çalışılarak uğraşılacak bir amaçtır. Onun kendine özgü öğretme ve araştırma yöntemi olan dialog (konuşma) bu inanca dayanır. Konuşma’ da düşünceler ortaya konur, bunlar karşılıklı olarak eleştirilir, böylece de herkesin kabul edeceği şeye varılmak istenir. Sofistler düşünceleri meydana getiren psikolojik mekanizmayı inceliyorlardı. Sokrates ise, doğru’ yu belirleyen aklın bir yasası olduğuna inanır ve çevresindekilerle işbirliği yaparak bu doğruyu araştırır. Bu araştırmasında Sokrates kendisini desteklemeleri için yurttaşlarını durup dinlenmeden yardıma çağırmıştır; onlara, hayatımıza temel olacak ve bizi birleştirecek ölçüleri birlikte arayalım demek istemiştir. Onun bütün uğraştığı bu ‘ben bir şey bilmiyorum ’ yada ‘bir şey bilmediğimi biliyorum’ derken de göz önünde bulundurduğu bu. Onun için bunları bir şüphecilik diye anlamamalıdır. Dialogun dış şeması şöyledir: konuşmaya başlarken Sokrates, hep kendisinin bir şey bilmediğini söyler. Karşısındaki de, tersini , hep bilgisine pek güvenmektedir, ama ileri sürdükleri de hep pek derme çatma şeylerdir. İşte Sokrates’ in ünlü ironisi bu karşıtlık içinde belirir. Bundan sonra da Sokrates, konuştuğu kimsede doğru’ yu meydana çıkartmaya girişir; onun deyişiyle: ruhta uyku halinde bulunan düşünceleri ‘doğurtmaya’ uğraşır. Bu sanatına da, annesinin ebeliğine bir anıştırma olarak, maieutike (doğum yardımcılığı,ebelik) adını veriyor. Bu tekniğin temelinde, disiplinli, sıkı bir düşünme ile ‘doğru’ nun bulunabileceğine bir inanma gizlidir: ruhta saklı doğrular var; bunlar herkes için ortak olan doğrulardır; bunlar, sorup soruşturma ile, üzerlerinde durup düşünme ile yukarıya çıkarılabilir, bilinir bir hale getirilebilir. Dialoğun dış şeması, araştırma yöntemine objektif bakımından da uygundur. Sokrates’ e göre, bilimsel çalışmanın amacı, duyularla edinilen tek tek algılar değil kavramdır. Onun için kavramın belirlenmesi, sınırının çizilip gösterilmesi olan tanım’ a varmaya çalışır. Sofistler de sözcüklerin anlamını sınırlayıp göstermeyi denemişlerdir. Ama onlar tanımla daha çok söz sanatı bakımından ilgilenmişlerdir. Sokrates ise elde etmek istediği kavramla nesnenin özünü kavrayabileceğini umar. Bundan dolayı konuyu hep tümel olarak belirler. Bilimsel bir yöntem ilkesi olarak tekilin tümele bağlı olduğu anlayışını geliştirmiştir (Tümevarım). SOKRATESÇİ OKULLAR Sokrates’in ölümünden sonra öğrencileri bir araya gelerek öğretisini sürdürmeye devam ettiler. Zaman içerisinde aralarındaki ayrılıklar onları farklı okullar kurmaya götürdü ve böylelikle Sokratesci okullar doğdu. Sokratesci okullar dört tanedir: Megara Okulu, Elis-Eretria Okulu, Kynikler Okulu ve Kyrene Okulu. Bu okullardan ilk ikisi felsefi bakımdan pek bir önem taşımadıklarından, biz diğer ikisini irdeleyeceğiz. KYNİKLER OKULU Kynikler Okulunun kurucusu Atinalı Antisthenes’tir. Kyon Yunanca’da köpek demektir, Kynik köpek gibi olan. Bunlar hiç bir töreye, hiç bir nezaket kuralına saygı göstermedikleri, pek partal, yoksul bir hayat sürdüklerinden, bütün uygarlık değerlerine saldırıp bunları hor gördüklerinden kendilerine kynik adı verilmiştir ve kendileri zaman içerisinde bu adı kabullenmişlerdir. Kynikler için yaşamanın doğru sayılabilecek biricik anlam ve ereği erdemdir. Erdem deyince de onlar, insanın içten tam bir bağımsızlığını, kendini belirlemede mutlak olarak özgür olmasını, kısaca: her türlü gereksemeye bağlılıktan insanın kendini kurtarmasını anlarlar. Yaşamanın ereği mutluluktur. Mutluluğa da, ancak, boş kuruntulardan kurtulunca elde edilen neşeli bir ruh dinginliğinde, ruhun özgür oluşunda erişilebilir. Erdem budur, bu özgürlüktür, insanın içinden bağımsız olmasıdır. Antisthenes ‘devlet bireyi korumak bakımından yararlıdır’ diyor ama kendisinin devletle bir ilgisi olmasını istemiyor. Kynikler aşırı bireycidirler. Dinle de ilgileri yoktur. Antisthenes’e göre tek bir tanrı vardır, ona da ancak erdemli bir hayat yaşamakla saygı gösterilir. Sinoplu Diogenes’de kyniklerdendir. Yaşamı ile tam bir örnek oluşturmuştur. Kendisine bir ihtiyacı olup olmadığını sorun İskender’e ‘gölge etme başka ihsan istemez’ diye karşılık vererek bu dünyadan hiç bir şey istemediğini dile getirir. KYRENE OKULU Kurucusu Kyreneli Aristippos’tur. Aristippos ahlak ile doğrudan doğruya ilgili olmayan her uğraşmayı reddeder, yalnız doğru yaşama sorunu üzerinde durur. İyi hazdır; iyi ile haz aynı şeylerdir. Hazzın nereden geldiği önemli değildir. Önemli olan bir anlık olmasıdır. Hatta maddi hazlar bir anlık oldukları için, sürekli olabilen manevi hazlardan daha iyidirler. Ancak bu hazzı elde etmek için bilgi gereklidir. Bunun için bilgi değerlidir. Kynikler için bilge hayata yüz çevirmiş kişi idi, oysa Aristippos ve onun izinden gidenler için bilge hayattan zevk almasını bilen kişidir. Böyle bir kimse, her şeyin en iyi yönünden yararlanmayı bilir, bu arada kendini zevk içinde hiç bir zaman yitirmez, tutkularına hep hakim olmasını bilir, olmayacak şeyler istemez. Kyrene okulundan Theodoros benim yurdum bütün dünya dermiş ve bilgeyi yurtseverlik duygusunun üzerinde görürmüş. Dine de aldırış etmezler, dinin boş inançlarından kurtulmak bilge için bir ödevdir derler.