ANAKSAGORAS Anaksagoras, Empedokles gibi, Parmenides’in Varlık ne varlığa gelir ne de geçip gider, ama değişmezdir kuramını kabul ediyordu. ‘Helenler varlığa gelişi ve geçip gidişi doğru olarak anlamıyorlar, çünkü hiç bir şey varlığa gelmez ya da geçip gitmez, ama olan şeylerin bir karışması ve bir ayrılması vardır.’ İki düşünür de, böylece, özdeğin yokedilemezliği konusunda anlaşmaktadırlar, ve ikisi de karışmaları nesneleri oluşturan v ayrılmaları nesnelerin yitişini açıklayan yokedilmez özdeksel parçacıklar konutlayarak bu kuramı açık değişim olgusu ile uzlaştırmaktadırlar. Ama Anaksagoras en son birimlerin toprak, hava, ateş ve su olarak dört öğeye karşılık düşen parçacıklar olduğu konusunda Empedokles ile anlaşmamaktadır. O parçaları niteliksel olarak bütün ile aynı olan her şeyin en son ve türetilmiş olduğunu öğretmektedir. Başlangıçta, her tür parçacık -Anaksagoras’a göre bölünemez hiç bir parçacık yoktur- biraraya karışmıştı. Tüm şeyler biraradaydılar, hem sayıda hem de küçüklükte sonsuz olarak; çünkü küçük de sonsuzdu, ve tüm şeyler biraradayken, hiç biri küçüklükleri nedeniyle ayırdedilemiyordu. Tüm şeyler bütündedirler. En son parçacıklar ortaya çıkacak olan nesnede belli bir türdeki parçacıkların baskın olacağı bir yolda biraraya getirildikleri zaman görgül nesneler doğmaktadır. Böylece kökensel karışımda altın parçacıkları dağınık olarak ve başka her tür parçacık türüyle karışık olarak bulunmaktadır; ama altın parçacıkları - başka parçacıklarla- sonuçtaki görülür nesnenin baskın olarak altın parçacıklarından oluşacağı bir yolda biraraya getirildikleri zaman, önümüzde görgül dünyanın altını durmaktadır. Niçin başka parçacıklarla diyoruz? Çünkü somut görgül nesnelerde, tüm şeylerin parçacıkları vardır; gene de bunlar öyle bir yolda birleşmişlerdir ki, bir parçacık türü baskındır ve bütün nesne adını bu olgudan almaktadır. Anaksagoras herşeyde herşeyin bir oranı vardır öğretisini savunuyordu ve bunun görünürdeki nedeni değişim olgusunu başka türlü nasıl açıklayabileceğini anlayamamış olmasıydı. Bu yolda Anaksagoras Parmenides’in varlık üzerine öğretisini korumaya çabalıyordu, ve aynı zamanda değişime karşı realist bir tutumu da benimseyerek onu duyguların bir yanılsaması olarak dışlamıyor ama bir olgu olarak kabul ederek Eleatik varlık kuramı ile uzlaştırmaya çalışıyordu. Bu noktaya dek Anaksagoras’ın felsefesi Empedokles’in Parmenides’i yorumlayış ve uyarlayışının bir türüdür, ve özel olarak dikkate değer hiç bir özgünlük göstermemektedir. Ama şeylerin ilk kütleden oluşmasından sorumlu olan güç yada kuvvet sorusuna geldiğiniz zaman, Anaksagoras’ın felsefeye özgün katkısına da gelmiş oluyoruz. Empedokles evrendeki devimi Sevgi ve Çekişme olarak iki fiziksel kuvvete yüklemişti; ama Anaksagoras bunun yerine Neus yada An ilkesini getirmektedir. ‘ Anaksagonas ile bir ışık, henüz zayıf da olsa, dogmaya başlamaktadır, çünkü anlak şimdi ilke olarak kabul edilmektedir.’ ‘ Nousun,’ demektedir Anaksagoras, ‘ hem büyük hem de küçük dirimli tüm şeyler üzerine gücü vardır. Ve Nousun bütün döngü üzerinde gücü olduğu içindir ki o başlangıçta dönmeye başlamıştı... Ve Neus olacak olmuş, olmuş olan, şimdi olan ve olacak olan tüm işleri, ve ayrılmış yıldızların ve güneşin ve ayın ve havanın ve eterin şimdi içinde dönmekte oldukları bu döngüyü düzene koydu. Ve döngünün kendisi ayrılmayı yarattı, ve yoğun seyrekten, sıcak soğuktan , parlak karanlıktan, ve kuru ıslaktan ayrıldı. Bir çok şeyin bir çok oranı vardır. Ama Nous dışında hiç bir şey başka herhangi bir şeyden bütünüyle ayrılmış değildir. Ve hem büyük hem de küçük, tüm Nous benzeridir; oysa başka hiç bir şey başka herhangi bir şey benzemez, ama her bir tekil şey en açık olarak kendi içinde en çoğunu kapsadığı şeylerdir ve şeylerdir. Nous sonsuzdur ve kendi yönetmektedir, ve hiç bir şeyle karışmış değil ama yalnız başınadır, kendi kendisindedir.’ Öyleyse Aaksogoras Nousu nasıl düşünüyordu?Onun için Nous ‘tüm şeylerin en güzeli ve en arısıdır,ve her şeye ilişkin tüm bilgiyi ve en büyük gücü taşımaktadır ..; Ayrıca Nousun ‘orada başka her şeyin kuşatıcı kütle içinde olduğu yer’ olmasından da söz etmektedir. Filozof böylece Noustan yada Andan özdeksel terimlerde ‘tüm şeylerin en incesi’ olarak, ve uzayda yer kaplıyor olarak söz etmektedir. Buna dayanarak Burner bildirmektedir ki, Anaksagoras hiç bir zaman cisimsel bir ilke düşüncesinin üzerine yüklemiş değildi. Nousu öteki özdeksel şeylerden daha arı kılmıştır, ama hiç bir zaman özdeksel yada cisimsel olmayan bir şey düşüncesine erişmemiştir. Zeller bunu kabul etmemektedir, ve Stace nasıl ‘tüm felsefenin duygusal - olmayan düşünceyi duygusal düşünceleri bildirme amacıyla evrimlenmiş dilde anlatmak zorunda olmanın güçlüğü altında çabalıyor’ olduğu olgusunu belirtmektedir. Böylece Metafizik’te Anaksagoras’ın ‘rasgele konuşan öncülleri arasında ayık bir insan gibi’ durduğunu söyleyen Aristoteles yine demektedir ki ‘Anaksagoras Anı evrenin biçimlenişini açıklamak için bir deus ex machina olarak kullanmaktadır; ve ne zaman bir şeyin zorunlu olduğunu açıklamakta güçlükle karşılaşsa, onu ortaya sürmektedir. Ama başka durumlarda Andan başka herhangi bir şey’i neden yapmaktadır. Böylece Anaksagoras’ı bulduğu zaman bütünüyle yeni bir yaklaşımla karşı karşıya kaldığını düşünerek, ‘ilerleyip de Onun Andan hiç bir biçimde yararlanmadığını bulduğum zaman tüm ölçüsüz beklentilerim tuzla buz oldu’ diyen Sokrates’in düş kırıklığını kolayca anlıyabiliriz. Gene de, ilkeden tam anlamıyla yararlanmayı başaramamış olmasına karşın, Anaksagoras Yunan felsefesine görkemli meyvesini gelecekte verecek olan eşsiz önemdeki bir ilkenin getirilmesiyle onurlandırılmalıdır. ATOMCULAR ATOMCU OKULUN kurucusu Miletuslu Leukippos idi. Atomcu felsefe gerçekte Empedokles felsefesinin mantıksal gelişimidir. Empedokles Parmenides’in varlığın yokluğa yokluğun varlığa geçişinin yadsınması ilkesini açık değişim olgusu ile uzlaştırmaya çalışmış, bu amaçla değişik oranlarda bir araya karışarak görgül nesneleri oluşturan dört öğeyi konutlamıştı. Bununla birlikte,kendi parçacıklar öğretisini gerçek anlamıyla işleyip geliştirmiyor,nede nitel ayrımları nicel açıklamasını mantıksal vargısına götürüyordu. Empedokles’in felsefesi tüm nitel ayrımların özdeksel parçacıkların değişik kalıplarda düzeneksel bir bitiştirilmesi yoluyla açıklamasına doğru geçici bir evreyi oluşturuyordu. Dahası, Empedokles’in kuvvetleri - Sevgi ve Çekişme - birer eğriltilmeden başka bir şey değillerdi ve baştan sona düzenekçi bir felsefede ortadan kaldırılmaları gerekecekti. Düzenekçiliği tamamlamak için son adım Atomcular tarafından atılacaktı. Leukippos ve Demokritos’a göre göre sonsuz sayıda bölünmez birimler vardır ki, bunlara atom denmektedir. Bunlar algılanamazlar, çünkü duygular tarafından algılanmak için çok küçüktürler. Atomlar büyüklük ve şekilde ayrı ayrıdırlar, ama katılıktan yada içine - işlenemezlikten başka hiç bir nitelikleri yoktur. Sayıca sonsuzdurlar ve boşlukta devinirler. (Parmenides uzayın olgusallığını yadsımıştı. Pisagorcular ise onların birimlerini ayrı tutacak bir boşluğu kabul ediyorlar ama bunu Empedokles’in cisimsel olduğunu göstermiş olduğunu göstermiş olduğu atmosferik hava ile özleştiriyorlardı. Leukippos, bununla birlikte, uzayın aynı zamanda olgusal - olmayışını ve var oluşunu illeri sürüyor, ve olgusal - olmamadan cisimsel - olmamayı anlıyordu. Bu konum ‘yok olan’ da tıpkı ‘var olan’ denli olgusaldır deyişiyle anlatılmaktadır. O zaman,uzay yada boşluk cisimsel değildir ama cisim denli olgusaldır.) Daha sonra ki Epikürcüler, belki de Aristoteles’in saltık ağırlık ve hafiflik düşüncesinden etkilenerek, atomların tümünün ağırlık kuvveti yoluyla boşlukta aşağıya doğru devindikleri görünüşünü savunuyorlardı.(Aristoteles öncellerinden hiç birinin bu kavramı savunmadıkları söylemektedir.) Öte yandan, Aetius kesinlikle belirtmektedir ki, Demokritos atomlara büyüklük ve şekil yüklemesine karşın ağırlık yüklemiyordu,ve Epikürüs ise atomların devimini açıklayabilmek için ağırlığı ekliyordu. Cicero aynı şeyleri anlatmakta ve ayrıca belirtmektedir ki Demokritos’a göre boşlukta ‘bir’ üst yada ‘alt’ yada ‘orta’ yoktu. Eğer Demokritos’un düşüncesi buysa, o zaman hiç kuşkusuz bütünüyle haklıydı, çünkü saltık birüst yada alt yoktur;ama bu durumda atomların devimini nasıl tasarlıyordu? De Anima’da Aristoteles Demokritos’a ruhun atomlarının devimleri ile, bir güneş ışınında bulunan ve hiç bir rüzgar olmadığı zaman bile her yönde oraya buraya atılan zerrecikler arasındaki bir karşılaştırmayı yüklemektedir. Olabilir ki bu ayrıca atomların kökensel devimine ilişkin Demokritoscu görüştü. Bununla birlikte, atomların boşluk içindeki kömensel devrimleri hangi yönde olmuş olur olsun, belli bir zaman noktasında atomlar arasında çarpışmışlar oluyor, düzensiz şekilli olanlar birbirleriyle karışarak atom kümelerini oluşturuyorlardı. Bu yolda burgaç (Anaksagoras) kurulmaktadır,ve bir dünya oluşum sürecindedir. Anaksagoras’ın daha büyük cisimlerin özekten en uzağa sürüleceklerini düşünmüş olmasına karşın, Leukippos yanlışlıkla bir rüzgar yada su burgacında büyük cisimlerin özeğe yöneldiklerine inanarak karşıtını söylüyordu. Boşluktaki devimin bir başka etkisi büyüklük ve şekilde benzer atomların bir araya gelmeleridir, tıpkı bir eleğin darı,buğday ve arpa tanelerini bir araya ayrılması, yada denizin dalgalarının uzun taşları uzunlar ve yuvarlakları yuvarlaklar ile bir araya yığması gibi. Dört ‘öğe’-ateş,hava,toprak ve su-bu yolda oluşmaktadırlar. Böylece boşlukta devinen sonsuz sayıda atom arasındaki çarpışmalardan sayısız dünya doğmaktadır.